Yazan
aktifpidesalonu
Forum Admini
10 Mart 2010 Çarşamba 01:39:41


(İsmail Kıllıoğlu araştırmacı yazar)

Türkiye'nin ABD ile ilişkisinin, devletler arasında ilişkinin özünü oluşturan menfaat gerçekliğine dayanıp dayanmadığının somut göstergesi "Soykırım" önergesinde gözlemlenebilir. Öncelikle ABD ile ilişkiyi Cumhuriyet dönemine inhisar ettirmek yanıltıcı, eş deyişle eksik olur. 18. yy.'da Osmanlı döneminde, Kuzey Afrika eyaletleri (Cezayir, Fas, Tunus) çerçevesinde, mevzi nitelikte ilişkinin başladığı söylenmelidir. Başta İngiltere olmak üzere, avrupalı devletler, ABD'nin, deniz aşırı politikaya yönelmesini, kendi hakimiyet alanına bir müdahale olarak gördükleri için hoş karşılamazlar, hatta engelleyici bir tutum izlerler. Buna rağmen ABD ile sınrlı ve dolaylı bir ilişkiye geçirilir.

Asıl somut ilişki, 19. yy. İlk çeyreğinde, Osmanlı devletinde askeri alanda reform yapma zorunluluğuyla, ABD'nin silah satma isteğiyle gerçeklik kazanır. Ne var ki, İngiltere'nin sağladığı imkânlar daha uygun şartlar içerdiği için, 1838 Ticaret Antlaşmasıyla, ABD isteğini akim bırakır. 1839 Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu)'yla, ABD'nin sözkonusu girişimi sonuç doğurmaz. Ancak ABD istek ve girişiminde ısrarlı davranır. Bir denge unsuru olması düşüncesiyle 1860'lı yıllardan itibaren ABD'nin Osmanlı ülkesinde bir dizi eğitim kurumu açmasına izin verilir. Robert Kolej, Merzifon, Kayseri/Talas, Adana gibi illerde okul açılması böylece sağlanır.

Ondan itibaren ABD, etki ve faaliyet alanını sürekli genişleten ve çeşitlendiren bir aktör olarak Türkiye'ye girer.

Türkiye ile ABD ilişkisi 1945'te San Fransisko konferansıyla başka ve farklı bir yörüngeye oturur. Marsall Yardımı bu ilişkinin mahiyetini belirleyen bir kilometre taşı işlevi görür. Artık ABD, devletlerarası ilişkinin özünü oluşturan menfaat olgusunu kendi istemleri doğrultusunda biçimlendirmeye ve uygulamaya koymada geniş bir imkan elde eder. Komünizm ve Rusya'nın etki alanını genişletme isteğini korkutucu bir gerekçeye dönüştürerek "Yeşil Kuşak" projesi kapsamında, bir tür vazgeçilmez dinamik olarak adeta yerleşir. Türkiye'de siyasetin arkaplanında onaylayıcı, yerine göre düzenleyici, çoğunlukla kışkırtıcı ve ifsat edici, sözüm ona, bir hakem rolünü üstlenir. Siyasette gerçekleşmesi gereken muhasebeyi tam sağlama süreçlerinde devreye girerek ülkenin normalleşmeye geçmesini ustaca engeller. Askeri darbeleri, görünüşteki gerekçeleriyle değerlendirirken ABD'nin rolünün hesaba katılmaması ya da bağlamından kopartarak ele alınması bir kısır döngü olarak ortaya serilir.

Türkiye-ABD ilişkisi, gerçekte, menfaat gerçekliği düzleminde değil, farazi tek taraflı söylem düzleminde değerlendirilmekten bir türlü kurtulamaz. Onun için "Soykırım" önerisi açıklayıcı somut bir gösterge olarak ortada durmasına rağmen, Türkiye farazi tek taraflı söylemden bir türlü yakasını kurtaramamıştır.

Sağduyuyla yaklaşıldığında "soykırım" önerisi, ABD bakımından bir "havuç, sopa" retoriğinden ibarettir. Kongre'de ve Alt Komitede bir takım "kötü adamlar" mahkum edici kararlar almaya yönelirler ama bazı lobiler(yahudi lobileri gibi) ve başkan ve adamları son anda, en heyecanlı yerinde harekete geçerler ve idam hükmünü ıskat ederler. Ondan sonra gelsin ilgi-ilgisiz açıklamalar, yorumlar, propagandalar, demeçler, gösterişler. Ta ki bir yıl sonrasına kadar! Ama sonuçta kamuoyunda Amerika'nın vazgeçilmezliği çarnaçar kabul edilir, ettirilir ya da öyle sayılır.

Daha bir süre önce bizzat Dışişleri Bakanı, Obama'nın projeleriyle, politikalarıyla Türkiye'nin menfaati tam örtüşüyor, mealinde beyanda bulunmuyor muydu? Obama'ya adeta kurtarıcı bir rol biçilmiyor muydu?

"Sistem ve Obama" gibi daha önce bu sütunda yayımlanan yazılarımızın da dikkat çekme isteği üzere ABD, bir emperyal güç olarak kendi menfaatinin gereğini yapmanın ötesinde hareket edemez. "Müttefik", "stratejik ortak" vb. türden nitelendirmeler menfaat gerçekliğine katkı sağlayabildiği ölçüde anlamlıdırlar. Başka türden algılamalar sadece algılayanı ilgilendirir, diğer tarafı değil! Ne yazık ki, Türkiye'de muhafazakâr kesim ve güttüğü politikalar ABD'yi kendi gerçekliğiyle kavramaya çaba göstermediği gibi duygusal ve gerçeklikten yoksun algılamaların geçici tatminine kendini bırakmayı hep tercih edegelmiştir. Aldatılmayı sadakat, aşağılanmayı muhatap alınma psikozu içinde algılayagelmiştir. Komedinin ABD kongerisinde ve üyelerince değil, Türkiye'de ve kendilerince oynandığının ayırdına varamayacak denli bir aymazlık içinde olarak!
Deprem

Elazığ'da meydana gelen depremde hayatlarını kaybedenlere rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Yerle bir olmuş evlerinin yıkıntısı önünde çömelmiş, için için ağlayan erkek çocuk ile arı-duru, masum kızcağızın boşluğa ağlayışı, doğal afet ve depremin trajediye dönüştüğünün resmiydi. Trajedi, binlerce yıldır kullanılagelen kerpiçten mi, yoksa kerpiçten başka bir malzeme bulamamaktan kurtaramayan yönetim aymazlığından mı meydana gelmiştir? Deprem tehlikesine karşı yeterli önlemi alamamak, mağdur olanların değil, mağduriyete yol açmama sorumluluğunda olan yöneticilerin, yönetimlerin sefaletidir.

Cevap yazmak için üye olmalısınız!
Hemen üye olmak için burayı tıklayınız..
 
 
Sayfalar:  1